22 Haziran 2012 Cuma
Kayhan Sağlamer-Ecevit Olayı Bir Başbakanın Doğuşu 1
Kitap gerçekten güzel detaylarla dolu. Ecevit'in Lise yıllarından başlayarak okul hayatını ve gençlik döneminde bulunduğu görevler kitap içerisinde verilmiş. Daha Robert Kolej yıllarında kitap çevirmeye başlamış Ecevit, ilk dönemde Tagore ve şiirlerini çevirmiş, sonraki dönemde Orhan Veli ve çağdaş Türk şairlerinden daha çok etkilenmiş. Şiir yazmaya ise Lise'den de önce başlamış. İlk kız arkadaşı olan Rahşan'la evlenmesi ise ayrı bir hikaye, yurtdışında gideceğini öğrendiğinde fırsatı kaçırmamak için hiç ortada yokken evlenmiş Rahşan'la. Rahşan'dan ilk etkilenmesi ise yaptığı tabloları gördüğünde olmuş. Aytemur Kılıç gibi okul arkadaşları varmış Ecevit'in ve daha o dönemde de aynı şekilde kibar ve çekingen bir gençmiş Ecevit.
Kolej'i bitirdikten sonra Ankara'ya dönmüş , sonra İngiliz Filolojisi ve yutdışında Sanskritçe gibi üniversite maceraları olmuş, ama hiçbirini tamamlayamamış maalesef. Hayatı boyunca İngilizce bilmesinin ve babasının milletvekili olmasının hayrını görmüş desek yeridir. CHP ile tanışmasının ise CHP'nin yayın organları yolu ile olduğunu görüyoruz. Ve Ecevit kesinlikle solcu değil.
Hele bir Winston-Salem macerası var ki, gülmekten ölebilirsiniz. Orada bir gazeteye misafir olarak çağrılan Ecevit'in bir okulda yaptığı konuşma kaçırılmayacak cinsten. Öğrenciler, Türrkiye'deki kız erkek ilişkileri üzerine sordukları sorularla, evli olsa da bu tip konulardan bihaber Ecevit'i bir hayli terletmişler.
Hafif, kolay okunur bir eğlencelik, Ecevit'i tanımak için.
16 Haziran 2012 Cumartesi
Mark Twain-Tom Sawyer ve Huckleberry Finn
Tom Sawyer, küçük yaramaz, teyzesini nasıl da üzerdi. Okuyanların çoğunun çocuklukta karşılaştıkları bu kitabı ben biraz geç okudum denilebilir. Ben de biraz tersten işler bazı şeyler, Cem yayınlarının Çocuk Kitap Seti'ndeki kitaplardan (İhmal Amca, ...) sonra, gerçek anlamda okuduğum ilk kitap Gorki'nin Ana'sıydı. Dolayısı ile Tom Sawyer v.s. den biraz transit geçildi denilebilir. Tom Sawyer, küçük bir serseridir aslında, işi gücü oyundur bu veletin. Esas arkadaşı da evsiz barksız denilebilecek, daha sonra da ayrı bir romana konu olan Huckleberry Finn'dir.
Mekan Amerikan kırsalıdır. Ufaklığın aşık oluşu, evden kaçması, Kızılderili Joe'nun işlediği cinayete şahit olması ve onun parasına konarak serüvenli bir şekilde servete kavuşması, hepsi aynı kitap içinde gerçekleşir. Eğlencelidir, her yaşa hitap eder denilebilir.
İş Bankası Yayınları'ndan çıkan kısaltılmamış Türkçe baskısından okudum. Geçte olsa siz de okuyun.
Tom Sawyer aslında bir üçlemenin ilk kitabıydı, serinin diğer kitapları Huckleberry Finn ve Mississipi'de Hayat adlı kitaplar. Huckleberry Finn'İ yaz tatilinde okudum ve gerçekten eğlendim, Huckleberry birinci kitapta elde ettiği serveti almak isteyen babası tarafından evlat edinildiği yerden kaçırılıyor. Kahramanımız da bir köşede bekleyecek değil, o da onun elinden kaçıyor ve köle Jim'de bu yolculukta ona katılıyor ve birlikte o kadar eğlenceli maceralar yaşıyorlar ki, ben çok güldüm. Özellikle Jim'in Hz. Süleyman v.b. ile ilgili düz mantıkla oluşturduğu her türlü dogmadan arınmış görüşleri dikkkate değer. Arada iki üç kağıtçı daha kahramanlarımızın teknesine misafir oluyor ve kitap boyunca maceralar sürüp gidiyor.
Tom Sawyer aslında bir üçlemenin ilk kitabıydı, serinin diğer kitapları Huckleberry Finn ve Mississipi'de Hayat adlı kitaplar. Huckleberry Finn'İ yaz tatilinde okudum ve gerçekten eğlendim, Huckleberry birinci kitapta elde ettiği serveti almak isteyen babası tarafından evlat edinildiği yerden kaçırılıyor. Kahramanımız da bir köşede bekleyecek değil, o da onun elinden kaçıyor ve köle Jim'de bu yolculukta ona katılıyor ve birlikte o kadar eğlenceli maceralar yaşıyorlar ki, ben çok güldüm. Özellikle Jim'in Hz. Süleyman v.b. ile ilgili düz mantıkla oluşturduğu her türlü dogmadan arınmış görüşleri dikkkate değer. Arada iki üç kağıtçı daha kahramanlarımızın teknesine misafir oluyor ve kitap boyunca maceralar sürüp gidiyor.
İlginç Not: Mark Twain yazarın gerçek ismi değildir, iki kulaç derinlik anlamına gelmektedir. Asıl adı, Samuel Langhorne Clemens'tir.
8 Mayıs 2012 Salı
WILLIAM GOLDING- SİNEKLERİN TANRISI (LORD OF THE FLIES)
Son olarak, Türkiye İş Bankası Yayınları'ndan Türkçe olarak çıkan kitap, 261 sayfa ile çok hacimli bir roman sayılmaz. Sineklerin Tanrısı ya da ing. Lord of The Flies, iki sinema filmine de konu olmuş , Peter Brook'un yönettiği 1963 yapımı olanı seyretmesem de, Harry Hook'un yönettiği 1990 yapımı olanını seyretmiş ve seyrettiğim dönemde etkisinde kalmıştım. Ve bu karşılaşma belki de hayatımın seyrinde etkili oldu.
William Golding Nobel ödüllü bir yazar ve insanlardan, insanların içlerinde mevcut olduğunu düşündüğü vahşilikten, benim gibi o da pek hazetmiyor. Deniz Üçlemesi adlı 3.ciltlik başka bir eserinde de benzer durumlara değiniyor.
Sineklerin Tanrısı, temelde bize şu mesajı veriyor; İnsanlar, kendilerini baskı altında tutan toplumsal değerler, kanunlar ve kolluk kuvvetlerinden uzaklaştığında, esas olarak her zaman içlerinde barındırdıkları vahşiliği serbest bırakırlar. Bunun sonucu olarak sebepsiz yere birbirlerini öldürebilirler, hatta işi yamyamlığa kadar götürebilirler. Herkesin içinde vahşi bir katil olduğunu düşünmek abartılı gelebilir, ama gazeteleri
okudukça
ve televizyonları seyrettikçe insanların cinayet işlemeye, düzenin dışına çıkmaya ne kadar yatkın bir tür olduğunu görüyoruz. Elbette, toplumun içinde çobanları olmadan, yaşamlarını sapıtmadan ve düzen içinde sürdürebilecek bir azınlık var, kitapta bu azınlık birkaç adet çocuk tarafından temsil ediliyor.
Temelde herşey, bir grup çocuğun ıssız bir adada mahsur kalması ile başlıyor, çocuklardan küçük bir kısmı düzeni devam ettirmeye çalışırken, çoğunluk kısa süre içinde düzeni yıkarak, en ilkel insanların yaşam şekline dönüyor ve işler çığrından çıkıyor. Özellikle saf ve temiz yürekli olduğu düşünülen çocukların bu vahşetin esas kahramanları olması, şiddetin ve düzensizliğin insanın doğasından geldiğini en iyi şekilde vurguluyor, ama aklını kullananların bunu nasıl kontrol ettiğini de bize gösteriyor.
İsmail Tokalak- Dünyada Gıda ve İlaç Terörü
Kitap, sadece İsmail Tokalak'ın kitaplarını basan bir yayınevi olan Gülerboy'dan çıkmış, kitabı okurken o kadar yazım yanlışı ile karşılaştım ki yorulduğumu söyleyebilirim, bunun dışında aslında özünde aynı şeyi söyleyen birbirini tekrar eden bölümler var, çok fazla uzatılmış.
Kısaca özerlersek, kitap daha çok günümüzdeki sağlık ve gıda endüstrisi ile onları denetlemesi gereken kurumların (ABD'de FDA), nasıl içiçe geçtiğini anlatıyor. Örnek olarak, Büyük bir ilaç üreticisi yeni bir ilaç çıkartıyor ve diyelim ki bu ilaç 4-5 sene boyunca satılıyor. Sonuç olarak firma milyarlarca dolar kazanıyor. Sonra, ilacın yan etkileri üzerine sonuçlar hepten ayyuka çıkınca FDA ilacı yasaklıyor ve firmaya milyar dolar mertebesinde büyük cezalar kesiyor ama firma aynı ilaçtan o güne kadar milyarlarca dolar kazandığı için bu ceza onu etkilemiyor. Aslında herşey göstermelik, cezalar da öyle. Kitap dönüp dolaşıp bir şekilde bundan bahsediyor ve fazla da bilgilendirmiyor, çok daha kapsamlı araştırılarak, örnek çeşitliliği arttırılıp daha zengin bir kaynak ortaya konulabilirdi. Kaynak sayısı fazla gözüküyor ama çok fazla internet kaynağı var (Sciencedirect gibi kaynaklar dışında) ve metin o ölçüde zengin değil.
Kapak Dizaynı ve Baskı Kalitesi:
Çok fazla yazım yanlışı var, kapak dizaynı çok başarısız, baskı kalitesi ortalama düzeyde. 496 sayfa, karton cilt.
7 Mayıs 2012 Pazartesi
John Le Carre-Soğuktan Dönen Casus
Kitabı, 1964-Bahar Matbaası baskısından, Adnan Yaltı çevirisinden okudum, çeviriyi iyi düzeyde bulduğumu söyleyebilirim. 293 sayfa, bez cilt.
Kahramanımız Leamas, İngiliz gizli servisinin kurgusal kalbi olan Sirk'te çalışmaktadır ve Doğu Alman haberalma teşkilatı ile rekabet halinde olan ajanımızın sahip olduğu muhbirler ya da iki taraflı ajanlar son dönemde hızla kaybedilmektedir. Bu sebeple, yeni bir plan yürürlüğe konulur ve Leamas emekli edilerek, kızağa çekilmiş bir ajan izlenimi verilmeye çalışılır, böylece karşı taraf onunla (Fiedler) ilgilenecek, o da Doğu Almanya'ya geçerek verdiği yanlış ifadelerle Doğu Alman Haberalma Teşkilatı'nın yöneticisini (Mundt) zor durumda bırakabilecektir ya da kahramanımız öyle olduğunu sanmaktadır.
Tipik bir LeCarre romanı denilebilir, iki taraflı çalışan çok sayıda ajanı içinde barındıran edebi değeri varsayılabilecek olan bir kurgusal eser, sona doğu beklenmeyen gelişmelere hazırlıklı olmanız gerekiyor.
İlginç Notlar:
Le Carre ya da gerçek adıyla David Moore John Cornwell, gerçek hayatında bir süre haberalma servisinde çalışmıştır.
1965 yılında, Richard Burton'ın Leamas'ı canlandırdığı bir filme de konu olmuştur.
3 Mayıs 2012 Perşembe
Kenzaburo Oe-Sessiz Çığlık
Kenzaburo Oe'nin önemli eserlerinden birisidir Sessiz Çığlık, aslında isim olarak bile etkindir, esas çığlıkların nasıl da sessiz olduğunu anlatır. Altın Kitaplar'dan 1995 yılında basılmış İlknur Özdemir çevirisinden okudum. Şu an için yeni baskısı yok, Nadir Kitap üzerinden edinilebilir.
Kitapta beş temel karakter görürüz. Kore kökenli İmparator geleneğe, geçmişe indirilmiş bir darbeyi simgelemektedir. Takashi, ailesinin geçmişiyle, kendisiyle kavgalı, yaramaz küçük kardeşken, hayatından hoşnut olmayan, bezgin Mitsu abi, Natsu ise onun problemli eşidir. Jin'de geçmişin bir hayaletidir, kilo alarak topluluğu için acı çekmektedir, kitabın sonunda hızla zayıflayarak ikinci kurban olur.
Takashi, Mitsu ve Natsu toplanarak kırsaldaki geçmişlerine bir sürelik için de olsa geri dönerler, döndükleri yerde hemen herşey değişmiş, eskiden alt sınıfta yer alanlar alışveriş merkezleri ile vadiyi ele geçirmiştir. Takashi, aileden kalma bir depoyu satma bahanesiyle geldiği vadide eski gelenekleri canlandırma, yeni güç sahipleri ile rekabete girerek, geçmişte yaşanana benzer bir çatışma yaratarak, çok eskilerde kalanı yeniden yazma derdindedir. Sonunda intihar ederek, intihar etmek için bir sebep yaratarak kendini kurban eder. Gerçek sebep kitabın sonunda çok basite indirgenir.
Mitsu ve Natsu, problemli bir çifttir ve özürlü doğan çocukları bu problemin esas sebebi gibi gösterilmektedir. Kitabın ilerleyen bölümlerinde, Takashi-Natsu arasındaki yakınlık artar ve ilginç gelişmeler yaşanır, Mitsu ise ne olursa olsun herşeyi kabullenir ve beraber sürdürmeye karar verirler, zaten Mitsu'nun yaşamı kabullenmek üzerine kuruludur.
Kitabın sonunda İmparator'un gerçekleştirdiği yıkım Mitsu için ailesinin uzak geçmişini aydınlatacak ve kafasında birçok şeyin yerine oturmasını sağlayacaktır. Geleneklerini kaybeden halk, verilen kurban sayesinde değerlerini yeniden hatırlayacaktır.
Çeviri üzerine:
Rahat okunan akıcı bir çeviri olduğunu düşünüyorum.
Kapak Dizaynı ve Baskı Kalitesi:
Kapak Dizaynı ve baskı kalitesi ortalama altı kabul edilebilir.
İlginç Notlar:
Kenzaburo Oe, gerçek hayatta da problemli bir çocuğa sahip ve bu çocuk artık koca bir yetişkin ve aynı zamanda bir bestekar. Hikari Oe
Kenzaburo Oe, 1994 Nobel Edebiyat Ödülü sahibidir.
Haruki Murakami'den Zemberekkuşu'nun Güncesi'ni okuduysanız, oradaki esas karakterin de bir şekilde kuyunun içine girip birşeyleri çözmeye çalıştığını hatırlarsınız.
Kenzaburo Oe, Sessiz Çığlık'ta kendi ömrü dahilinde gördüğü, yaşadığı II.Dünya Savaşı sonrasında Japon geleneksel değerlerindeki erozyonu ve inançlarındaki yıkımı aktarıyor.
Kitabın sonunda İmparator'un gerçekleştirdiği yıkım Mitsu için ailesinin uzak geçmişini aydınlatacak ve kafasında birçok şeyin yerine oturmasını sağlayacaktır. Geleneklerini kaybeden halk, verilen kurban sayesinde değerlerini yeniden hatırlayacaktır.
Çeviri üzerine:
Rahat okunan akıcı bir çeviri olduğunu düşünüyorum.
Kapak Dizaynı ve Baskı Kalitesi:
Kapak Dizaynı ve baskı kalitesi ortalama altı kabul edilebilir.
İlginç Notlar:
Kenzaburo Oe, gerçek hayatta da problemli bir çocuğa sahip ve bu çocuk artık koca bir yetişkin ve aynı zamanda bir bestekar. Hikari Oe
Kenzaburo Oe, 1994 Nobel Edebiyat Ödülü sahibidir.
Haruki Murakami'den Zemberekkuşu'nun Güncesi'ni okuduysanız, oradaki esas karakterin de bir şekilde kuyunun içine girip birşeyleri çözmeye çalıştığını hatırlarsınız.
Kenzaburo Oe, Sessiz Çığlık'ta kendi ömrü dahilinde gördüğü, yaşadığı II.Dünya Savaşı sonrasında Japon geleneksel değerlerindeki erozyonu ve inançlarındaki yıkımı aktarıyor.
Ryunosuke Akutagava-Kappa
Boğaziçi Üniversitesi yayılarından çıkan kitap, Japon standardına uygun şekilde intihar ederek 35 yaşında hayatını kaybetmiş olan Japon Edebiyatı'nın önemli temsilcilerinden Ryunosuke Akutagava'ya ait 75 sayfalık küçük bir eser.
Kahramanımız hezeyanlar içinde olduğu düşünülen bir akıl hastanesi sakini ve kitabın konusu da kahramanımızın akıl hastanesine yatmasına sebep olan hayali ya da gerçekten başından geçmiş fantastik, taşlamalı bir yolculuk, hem de Kappalar ülkesine. Kappalar, nehirlerde yaşadıkları düşünülen kaplumbağa benzeri mitolojik yaratıklar, son iki yıl içinde İstanbul'daki Japon Film Günleri'ne katılanlar, Kappa Sampei gibi animeleri izledikleri için biraz fikir sahibi olacaklardır. Yazar Kappa dünyası üzerinden birçok eleştiri yöneltiyor insanların dünyasına, sanırım bu şekilde yaptığı eleştirileri maskeleyerek, alacağı tepkileri azaltmayı düşünüyor.
Çabuk okunan bir eser, Akutagava ile tanışma amacı taşıyanlar için iyi bir tercih olduğu söylenebilir.
Çeviri Üzerine:
Çeviri genel olarak akıcı ve problemsiz denilebilir. Benim rastladığım belki de tek hata, ilk sayfada Hotakayama Dağı diye yazılması olmuş, çünkü Japonca'da Yama zaten dağ anlamında kullanılıyor.
Kapak Tasarımı ve Baskı Kalitesi:
Kapak dizaynı ve baskı kalitesi ortalama düzeyde, yazarın biyografisinin ve arka kapakta fotoğrafının verilmiş olması, buna ek olarak çeviri hakkında yeterli bilgi verilmesi yerinde olmuş.
İlginç Notlar:
Kitap tam olarak benzer olmasa da, Alice Harikalar Diyarında ile benzer bir formül ile başlıyor.
Yazarın intihar üzerine düşüncelerini kitap içine yedirerek okuyucuya aktarmış olduğu gözden kaçmıyor.
Buna ek olarak, kitabı okuduğunuzda Benjamin Button'ın Tuhaf Hikayesi'nin özgün bir eser olmaktan çok, eski bir fikrin geliştirilmiş hali olduğunu görüyoruz. Kitapta 72.sayfa.
Kurosawa hayranları için Rashomon'un Akutagava'nın eserinden hareketle çekildiğini bilmek ilginç bir ayrıntı olacaktır.
1 Mart 2012 Perşembe
Frank T. Vertosick Jr.-Neden Canımız Yanar
Tübitak Popüler Bilim Kitapları'ndan çıkan kitabı dün gece tamamlayabildim, çeşitli hastalar üzerinden ağrı tedavisine değinilmiş. Anestezi yöntemlerinin gelişimi ve günümüzde kullanılan yöntemlerden bahsedilmesi özellikle ilgimi çekti, yöntemlerin esas olarak diş hekimliği kaynaklı olduğundan da bahsedilmiş, bu da ilginç bir not olarak düşülebilir.
Doktorların günümüzde kullandığı tedavi yöntemlerini ilk elden okumak oldukça ilginç ve bu yöntemlerin ne kadar aciz olduğunu görmek. Birisinin kol sinirleri, omurgasından koptu ve bu sinirlerin bağlandığı aracılar diyebileceğimiz nosiseptif sinirler kendi kendilerine koldan gelen hayali ağrı sinyalleri üretiyor. Doktorlar ne yapıyor dersiniz? Siniri bir şekilde bağlamaya ya da iletim sistemini onarmaya mı çalışıyorlar? Yanıldınız, yaptıkları omurgayı açıp, sorun çıkaran nosiseptif sinirleri DREZ lezyonu denilen bir yöntemle tahrip etmekten ibaret. Lobotomi v.b ilkel yöntemlerin de hala kullanıldığını kitapta göreceksiniz.
Peki, Metastatik kanser vakası ile karşılaşan doktor ne yapıyor? Kolay bir yöntem seçip hastayı uyuşturucuya boğuyor, ağrılar artarsa belden altını felç ediyor v.s. Aslında tıp biliminin söylenildiği düzeyde olmadığını anlamak için bu kitabı okumak yeterli.
Mesela fıtık ameliyatı, televizyonda ya da yazılı yayın organlarında çıkan doktorlar, hep çok kolay olduğundan bahsederler, ama bizzat bir doktor, birçok vakada ameliyatı tekrarlamak zorunda kalındığından bahsetmiş, bir hastanın aynı durum için 3 kez bıçak altına yatması pekte kabul edilebilir görünmüyor.
Kitabı bitirdiğimde benim kafamda oluşan yegane sonuç, ağrı ve acı ile ilgili tıp bilimindeki yegane gelişmenin genel ve lokal anestezi olduğu, böylece hastaların acısız ameliyat edilebildiği.
Kitapta rastladığım Paracelsus' ait hoş bir anekdotla yazımı bitirmek istiyorum.
"Hastanın çevresindeki moral ortamı, hastalığın seyrini fazlasıyla etkileyebilir. Sonuca götüren şey lanet ya da nimet değil, düşüncedir. Etkiyi imgelem yaratır."
29 Şubat 2012 Çarşamba
Uğur MUMCU- Sakıncalı Piyade
Sevgili Uğur Mumcu, 1993 yılında aracına konulan bomba ile öldürülen çok iyi bir araştırmacı gazeteciydi. Bugün Nedim Şener gibi gazeteciler araştırmacı gazeteci olarak anılsa da, onun düzeyine ulaştıklarını düşünmüyorum. Rabıta adlı eserini okuyanlar bugünkü düzenin nasıl yaratıldığını gayet açık görebilirler. Sakıncalı Piyade ise bir darbe ya da muhtıra döneminde hapiste olan, Hukuk Fakültesi'nden birinin, Uğur Mumcu'nun hayatını anlatıyor, normalde yedek subay olması gerekirken, er statüsünde askerlik yaptığını da kitap içinde öğreniyoruz. Birilerine göre ABD'nin sosyalist olduğunu da bu arada öğrenmiş oluyoruz! Perinçek ve ekibinin o dönemdeki hareketlerini de kitap içinde o kadar espri ile tasvir etmiş ki insan gülmeden edemiyor. Yargılamalar, hapis hayatı esprili bir biçimde tasvir edilmiş, kesinlikle okunması gerekli olan bir kitap.
17 Şubat 2012 Cuma
Turhan Selçuk-ABDÜLCANBAZ: Bir İstanbul Beyefendisinin Maceraları
Karikatür üstadımız Turhan Selçuk'un esas kahramanı olan Abdülcanbaz'ın maceraları Cafecity Yayınları tarafından 5 kitaplık bir baskı olarak yayınlanmış. Kitaba doğum günü hediyesi olarak sahip olduğum için kendimi şanslı addediyorum. Bence, karikatür kitaplarındaki en önemli unsur baskı kalitesidir ve Cafecity baskı kalitesinde, kapak dizaynında ve koleksiyon kutusu dizaynında oldukça iyi bir iş çıkarmış. Kitapların ömrü konusunda şu an için bir yorum yapamayacağım, sayfaların atması gibi durumlarla ilerleyen zamanda da karşılaşmayacağımı ümit ediyorum. Koncolos ve Allahabad Elması kitaplarını okudum ve çok güzel bulduğumu söylemeliyim. Koncolos'ta hayalet, hortlak numarası yaparak insanları kandıran bir grubun foyası ortaya çıkarılırken, Allahabad Elması'nda Arsen Lüpen'in birçok roman kahramanı ünlü dedektifi nasıl kandırıp tuzağa düşürdüğünü görüyoruz, tabiki kahramanımız olayı çözüyor. Kitaplarla ilgili hoşuma giden bir unsur da her kitabın başlangıcında kitapta adı geçen kahramanların kısaca tanıtılması oldu. Alacak olanların memnun kalacağını tahmin ediyorum ve iyi okumalar diliyorum.
Bu tanıtımı Turhan Selçuk'un sevdiğim bir çizimi ile sonlandırmak istiyorum, kitap fuarını ziyaret edenler bu çizimi zaten bilecekler.
3 Şubat 2012 Cuma
Haruki Murakami-İmkansızın Şarkısı (Norwegian Wood)
1960-1970'li yıllar: Seks, Alkol, Amerikan özentisi Japon Gençliği
İlk olarak Türkçe yayınlanmış olan bütün Haruki Murakami kitaplarının kütüphanemde yer aldığını söylemeliyim. Murakami'nin dışında Oe, Abe, Mishima, Kavabata, Tanizaki, Başo gibi yazarların kitapları da daha önce elime geçmişti. Japon edebiyatı ile ilgili genel izlenimim özellikle Tanizaki'nin kitaplarında da görüldüğü şekilde bir cinsel fantezi yoğunluğuna sahip olmaları, Murakami'nin Zemberekkuşu'nun Güncesi, İmkansızın Şarkısı gibi eserlerinde de bu eğilim görülüyor.
İmkansızın Şarkısı'nın geçtiği dönem, Çiçek çocuklar ya da Hippiler olarak adlandırılan, sloganı "Peace" ya da Türkçesi ile barış olan, ama her ne hikmetse fiil olarak sadece seks, alkol ve uyuşturucu üçgeninde sınırlı kalan bir grubun etkin olduğu bir zaman periyodu, dolayısı ile kitaptaki karakterlerde bu dönemden azami ölçüde etkilenmiş görünüyor.
Kitapta, üniversite yaşamına yeni adım atmış bir grup öğrenciyle ve bazılarının liseden beri süregelen ilişkileri ile karşılanıyoruz. Esas karakter olan Watanabe, fazla konuşmayan, daha çok bazı arkadaş gruplarının ya da çiftlerin içine eklemlenen bir karakter görünümünde, bazı anlarda etkin olmaya çalışsa da süreçler üzerinde fazla da bir etkisi yok. Naoko'yla ilgilenir gibi görünüyor, ama edilgen kalıyor, Midori ile olan ilişkisinde de kontrol Midori'de.
Watanabe'nin lise arkadaşı Kizuki yakın zamanda intihar etmiş, Kizuki'nin çocukluktan beri kız arkadaşı olan Naoko ise yalnız kalmış durumda, fakat bir şekilde hayatını sürdürüyor. Naoko'nun doğumgününe katılan Watanabe ile cinsel ilişkiye girmesi ise onu bir rehabilitasyon merkezine sonra da intihara götürecek süreci başlatacak olan son damla oluyor. Esas olarak Watanabe, Kizuki-Naoko çiftinin arkadaşları, yani yine bir çifte eklemlenmiş, sonrasında üniversite de Hatsumi-Nagasava çiftine eklemlenmiş olduğunu görüyoruz. Nagasava, Watanabe'ye göre karizmatik, bilgin bir erkek karakter, ama aslında hiçbirşey değil, her gece barlara gidip bulduğu kızlarla birlikte olan bir karakter, bazen Watanabe'de ona katılıyor, Hatsumi ile olan birlikteliğinin ise ne anlama geldiğini ya da işlevini çözmek pek mümkün değil. Ama, bir yerlere, arkadaş toplantılarına götürülen, ya da yeni bir kız bulamadığı gecelerde kullanılan bir oyuncak olarak düşünülebilir. Hatsumi'nin de sonradan intihar ettiğini görüyoruz. Kitapta üç intihar olması ve intiharın bu kadar kolay harcanması bence biraz ucuz kaçmış.
Bir de bütün intiharların cinsellik temelli olması oldukça ilginç, Naoko cinsel ilişkiye giremediği , Kizuki Naoko ile normal cinsellik yaşayamadığı ve Hatsumi Nagasava'sız kaldığı için intihar ediyor. Watanabe'nin ilginç kız arkadaşı, Midori ise porno film düşkünü ve çeşitli cinsel fanztezilere sahip, annesi ölmüş ve babasını da kitap devam ederken kaybediyor. Kitapta karakterler arasında eşdeğiştirmeden tutun her türlü sapkınlık görülüyor. Bunları yapmadan önce genelde aşırı alkol aldıklarını da belirtelim. Geleneğe bağlı karakterler küçümseniyor ve bunlardan birisi Faşo ya da Faşist olarak adlandırılmış. Dinlenen müzikler, okunan kitapların içinde bir tane bile Japon bulunmadığını da belirtelim.
Burada görülen II. Dünya Savaşı'ndan sonra Japon kimliğinin nasıl yok edildiği, bence salt bu yüzden bile okunabilir. Bu kopuk, köksüz karakterler, hayattaki mutluluğu sadece sekste ararken insanın içi acıyor ve çaresizliği hissediyor.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)